Batı Almanya’nın başkentliğini yapmış olmasından dolayı geride bıraktığı tarihi binalar ve yapılar nedeniyle ülkenin gezilesi noktalarından olan Bonn, uzun hafta sonu tatilleri için alternatiflerden bir tanesi.
Ren Nehrinin kıyısına konumlanmış, nispeten daha sakin, bol yeşil alanlı/parklı üniversite şehri Bonn’da kalmak mı yoksa 30 km ötedeki Almanya’nın 4. büyük şehri Köln’e gitmeyi tercih edip Bonn’u ziyaret etmek mi derseniz, ne aradığınızla alakalı derim.
Nispeten daha sakin olan Bonn’da yapılacakların başında 1770 yılında dünyaya gözlerini açan Beethoven’ın evini ziyaret etmek geliyor. Seyahatinizi sonbahar aylarına denk getirirseniz Beethoven festivaline de katılabilirsiniz.
Geneli zaten tam bir yeşil cenneti olan şehirde 13 hektar üzerine kurulu Almanya’nın en prestijli Botanik bahçesi yer alıyor. Bunun dışında zaten şehirdeki bir çok parkta güzel havanın tadını çıkararak yeşile doymak mümkün. Bonn’da da, Köln’de de parklar o kadar büyük ki gezip yoruldukça dinlenmek için çimenlerine uzanıp güneşin tadını çıkarmak mümkün.
Diğer bir doğa harikası Sakura zamanını (meyve vermeyen bir tür kiraz ağacı) iki hafta ile kaçırmamız ve dökülen yapraklarını sadece sokaklarda yerde görmek bana biraz hayal kırıklığı yaşatmış olabilir. Dönemine denk getirirseniz harika fotolar çekebileceğiniz yer Altstadt bölgesi. Gelmişken buradaki butik cafe’lerde biraz soluklanabilirsiniz. Daha entel kesimin takıldığı kişilikli mekanlara benziyor.
Şehirde vakit geçirmek için çeşitli meydanlar da bulunuyor. Eski belediye binası Altes Rathaus’un bulunduğu meydanda kahve içebilir; Marktplatz’taki meydandaki açık sergilerden taze sebze, meyve ve hatta çiçek alabilirsiniz. Belki sadece bizim gittiğimiz günlere denk geldi bilmiyorum ama Bonn Katedrali’nin önündeki meydanda da tasarımcıların kurduğu çadırlarda bir nevi alışveriş festivali vardı.
Ren Nehri’nin kenarında güzel bir yürüyüşün ardından Marriot Otel‘in terasına çıkıp kokteylinizi yudumlayarak tüm Bonn’u panoramik bir görüntü ile izleyebilirsiniz.
Bonn’a gitmişken Alman mutfağından tatlar bulmak için biz Wirtshaus Salvator‘u tercih ettik. Tam da zamanına denk geldiğimiz için ve Almanya bu konuda çok meşhur olduğu için Asparagus’u da siparişlerimize kattık. Ben bizim marketlerde satılan bir parmak kalınlığındaki sebzeleri beklerken neredeyse bir bebek bileği kalınlığındakiler oldukça doyurucuydu. Alman mutfağında sıkça kullanılan etler, peynirler dışında en önemli lezzet unsuru bence kesinlikle ekmekler. Nerede yemek yersek yiyelim ekmeklere hep bayıldık. Bir de tabii Kölsch ve Paulaner biralarına.
30 km’lik uzaklıkta bulunan Köln’ü ziyaret etmek de bence aktiviteler arasında yer alıyor. Hızlı trenle 15 dakikada ulaşabildiğiniz şehir merkezinde tren istasyonundan çıkar çıkmaz Köln Katedrali sizi karşılıyor. Almanya’nın ikinci, Dünya’nın üçüncü en büyük katedrali olan binanın inşaatı 632 yıl sürmüş. Köln’de gezmekten en çok keyif alabileceğiniz yer Old Town bölgesi. Tarihi mimarinin hala dokusunun korunulduğu gezerken bana kesinlikle Almanya’daymışım gibi hissettirmeyen bölgesi oldu. Ren nehrinin kenarındaki cafe’ler biralayıp bir şeyler yemek için ideal. Nehir boyunca ilerledikçe Çikolata Müzesi’ne varıyorsunuz. Buradan ara sokaklara doğru girerseniz de daha yeni yerleşim ve alışveriş bölgelerine erişebilirsiniz.
Demem o ki belki rotanızı doğrudan yöneltmezsiniz ama denk gelirseniz Bonn’da Köln’de gezecek yerler yapacak aktiviteler tabi ki var. Sadece 1 Mayıs’a denk getirmeyin yeter. Çoğu dükkan ve restaurant maalesef kapalı:/